4 Eylül 2018 Salı

İsveç Norveç Danimarka-2

Malmö-Kopenhag-2

Rehberimiz ikinci gün bizi sabah erkenden otobüse bindirip İsveç'in Malmö şehrine götürdü..
 45 dakika uzaklıktaki bu şehre aslında Kopenhag'da çalışan pek çok kişi her akşam gider,sabah da dönermiş..
İsveç yasaları daha insancıl, yaşamak daha kolay olduğu için,Malmö'de ev tutuyor,Kopanhag'da çalışıyorlarmış..
Bunu daha sonra dönerci dükkanında tanıştığım Konya Cihanbeyli'den Ahmet  de söylemişti..
(Dört yıldır Danimarka'daymış..Vatandaşlık hakkını alıp çifte vatandaş olmuş..Yeni evliymiş..Bir buçuk yaşındaki çocuğu ve karısını şu sıralarda yanına alarak oralara dönmüştür.Meydandaki o dönerci dükkanında Bosnalı çalışanları ile birlikte Danimarkalılara hizmet veriyor ama çok milliyetçi olduklarından yakınıyordu..O da evini Malmö'den tutmuş,sabah gelip akşam evine dönüyormuş.Bir çay içimi süren sohbette anlattı..)
Ancak bu iki şehir aynı zamanda iki ayrı ülkeye ait ve birbirine doğrudan karayolu yok..
Deniz üzerinden ulaşım var..
İki ülkenin mühendisleri buna kafa yorarak bir bölümü deniz altından tünelle,bir bölümü yapay bir adadan devam eden tren ve karayoluyla iki şehri ve aynı zamanda ülkeleri birbirine bağlamışlar..
Toplam uzunluk 15.4 km.,köprü uzunluğu 7845 metre,tünel 4 km. imiş..
mühendisler sadece buna kafa yormamışlar..
Kuzey rüzgarları boşu boşuna esmesin diye denizin ortasına birçok rüzgar türbini dikmişler..
Dubaların üzerindeki bu türbinlerle elektrik enerjisi üretiliyormuş..
Dün uçağın penceresinden bu köprüyü görmüş ama bir anlam verememiştim..
Çünkü köprü bir yere kadar geliyor ve sonra ortadan yitip gidiyordu..
Hatta galiba inşası sürüyor diye düşünmüştüm,yanılmışım..

Meğer o yittiği noktadan tünele giriliyor,deniz altından diğer şehre ulaşılıyormuş..
Yapımı uzun süren ve çok pahalıya mal olan (köprü 2.26 milyar avro,toplam maliyet 4 milyar avro imiş ;1999'da tamamlanmış ve 2036'da kendini amorti edeceğini hesaplamışlar) bu yol sayesinde insanlar şimdi son derece güvenli, rahat  bir yolla ve kısa bir sürede işlerine,evlerine ulaşabiliyorlar,biz de gördük..
Deniz üzerinden her gün karşılıklı 140 sefer düzenleniyormuş ..
Tek sorun yolun paralı ve pahalı olması..
Ama zaten İskandinavya'da hayat çok pahalı..
Kopenhag'de merkezde oturmak için ayda en az 10 bin kron kazanmak gerekiyormuş..
Bu köprüden geçiş bedeli tren yolcusu için 25,otomobille geçişte 33,otobüs gibi büyük araçlar için 200 kron imiş..
Almanya'da 30 bin avroluk bir araç Danimarka'da 75 bin kron imiş..
Elektrik ve su gibi giderler için binlerce kron fatura ödemeleri gerekirmiş..
Rehberimiz öyle acındırarak anlatıyor ki..
Bu refah ülkesinin insanlarına sadaka veresimiz geldi doğrusu..

Neyse,bizi de işte bu yarısı köprü,yarısı tünel yoldan karşı ülkeye götürdüler..
Dönen kuleyi görmeye..
Turning Torso'yu yani..
147 katlı,190 metre yükseklikteki bu binayı bir İspanyol mimar tasarlamış..
Şimdi Malmö'nün simgesiymiş..
Üstelik çeşitli sebeplerle Mölmö'de oturan insanların istatiğini de tutan İskandinavlar 150 farklı ırktan insanın burada bir arada yaşadığını ortaya çıkarmışlar..

Bu bir rekor elbette..
Dünyada örneği yok..
Dünyanın en eski eczanelerinden biri de burada..
1571'den beri aynı noktadan kıpırdamayan bir eczanesi var bu şehrin !..
Güzel bir meydanı,bol bol etkinlikleri,pazar yeri ve elbette güzel bazıları esprili heykelleri..
Keyifle gezdik Malmö'de..


İlaç üretimi(özellikle insülin),domuz
yetiştiriciliği konularında dünyada en önde olan Danimarka,İsveç'in bağımsızlığını 1658'de ancak kabul etmiş..
Daha doğrusu İsveçliler haklarını kazanmışlar..

Ivır zıvır bilgilere devam edersek;
Malmö ' kum yığını' demekmiş..
Scania bölgesinde yer alıyormuş ve Scania
'tehlikeli topraklar' demekmiş..
Sabah  09.00 civarında sahilde dolaşırken
İsveçlileri gördük..
Ailece piknik yapıyor,yüzüyor ,çocuklarını gezdiriyorlardı..
Hayli serin bir hava olduğunu söylemek gerek..
Tabii bizim için..
Minicik bebekleriyle denize giren buralılar için yaz böyle demek ki..

Üstelik yine rehberin anlatımına göre son yılların en kurak yaz mevsimi yaşanıyormuş buralarda..
Hatta İsveç'te yaşayan Müslümanlar yağmur duasına çıkmışlar..
O derece yani..
Duanın da faydası olmamış olmalı ki,üç aydır bir damla yağmur düşmemiş..
 Malmö'de o gökdeleni gösteren rehberimiz,sahilde kısa bir yürüyüşten sonra bizi Dragör'e götürdü..
Dragör yine Danimarka'da..
Aynı tünelli,köprülü yoldan geriye döndük yani..


Dragör küçük,şirin  bir sahil kasabası..
Zaten kelime anlamı ' kayıkların çekildiği yer'  imiş..
Sokaklarında yürüdük,güzel bir kütüphanesi var,içinde dolaşıp kitaplarını karıştırdık,çocuklar için küçük bir kostümlü oyun köşesi oluşturmuşlar,büyükler de oturmuş günlük yerel ve ulusal gazeteleri okuyor,internet başında meşgul görünüyorlardı,hatta kütüphanenin de güzel bir bahçesi ve kafeteryası var,yerel halk çoluk çocuk ödünç kitap için geliyordu,onlar adına sevindik,kendi adımıza imrendik..
Bahçeli  bakımlı evler,küçük dükkanlar(çiçekçi dükkanı da mevcut ve insanlar ciddi çiçek alıyor),bahçelerde meyva ağaçları (özellikle elma ve biz de dalından toplayıp yedik defalarca..),o kadar çok meyveyle yüklüydü ki kimi yükünü yerlere dökmüştü..
Sokağın birinde de ev sahibi bahçesinin önüne küçük bir 'Al Götür,Oku Getir ' dolabı koymuştu..
Jack london'un Danish diline çevrilmiş birkaç kitabını gördüm tanıdık bir yazar olarak..
Bir sokakta sahibinin çiçek düşkünü olduğu belli olan bir evin önünde kocaman bir fıçı içinde yüzen nilüferleri kokladık..
Meğer nilüferler ne güzel kokarmış !..
Kasabanın meydanında da bir  müzik grubunun konserini dinleyen kasabalılar yerlere yayılmışlardı..
Tabii kıyıya kadar inip ayaklarımızı Baltık Denizi'nin serin sularına daldırmadan dönmedik Dragör'den..


Bu arada koştura koştura tura devam ediyoruz..
Fredericksburg Şatosu'na geldik..
Doğal bir göl kıyısında ,hendekli kalesi olan saray başlangıçta bir av köşkü imiş..
1599'da saraya çevrilmesi için vermiş,Kral II.Frederick..
21 yıl süren inşaat bitmiş..
Kraliyet ailesi yerleşmiş..
Gelsin Christian,gitsin Frederick derken 1899'da şömineden fırlayan bir kıvılcımla saray tutuşmuş..
Ünlü Carlsberg Vakfı burayı da yeniden yaptırmış..
Tabii ki orijinaline sadık kalarak..
Sarayın kocaman bir kilisesi de var elbette..
Başlangıçta katolik inancına göre yapılmış,sonradan inanç değişikliği olunca p
rotestan kilisesine çevrilmiş..
Sarayın bazı salonları bugün çeşitli etkinliklere kiralanabiliyor olmalı ki,biz oradayken bir çiftin nikah törenine şahit olduk..





Sarayın girişi kadar arkasındaki  bahçe de çok etkileyiciydi doğrusu..Orada da düğün fotoğrafları çekiliyor..Biz oradayken Lübnanlı
bir çiftin düğün fotoğrafı için kalabalık bir grup gelmişti..Biz onları izlerken içlerinden biri Türkçe konuşunca sorduk.Kendisi Sivaslı'ymış..Burada doğmuş..Arkadaşının düğünü için nedimelik yapmak üzere buradaymış..Bunları söylerken topuklu ayakkabılarını eline almıştı artık..Bütün
nedimelerin yüzünden yorgunluk ve ayakkabı ıstırabının okunduğunu da söylemek lazım..Onları izlerken epey eğlendik..
 

Akşam üzeri son olarak Kromborg Kalesi'ne
gittik..
1735 tarihli bu etkileyici kalenin sadece dışından bakabildik..
Unesco kültür mirasına dahil edilen kalenin önemli ve değerli eşyaları zaten Fredericksburg sarayı'na taşınmış..
Üç kulesi olan kalenin bir kulesi hala deniz feneri olarak kullanılıyormuş..
Ama asıl önemli olanı söylemedim..
Shakespeare'in ünlü dramı Hamlet'in gerçekte geçtiği mekan işte burası oluyor..
Bizim merak kumkuması Shakespeare'imiz sarayın hizmetçilerinin aktardığı sırların üzerine kendi dehasını koyarak o şaheseri yaratmış..
Tam biz oradayken hava da bir bozmasın mı?
Gök gürlüyor,şimşek çakıyor,yağmur neredeyse
kırbaç gibi yüzümüzde şaklıyor..
Eseri sahneleseler efektler tam olması gerektiği gibi yani..
Biz halktan seyirciler de o dönemdeki gibi elimizde fındık fıstık değil ama az ötedeki elma ağacından kopardığımız minik elmalarla bu dramı izleyeceğiz..
Az sonra Hamlet'in babası kulelerden birinde gözükecek,Hamlet de şuradaki büyük kapıdan fırlayacak  diye düşünürken bizim dönüş saatimiz geldi yazık ki..

Gürleyen dalgaların duvarlarını şiddetle dövdüğü bu etkileyici kaleyi arkamızda bırakarak Kopenhag'a döndük..



Bu şehirde ve ülkede son gecemiz..
Yarın  gemiyle Norveç'e doğru yola çıkacağız..
Hareket saatimiz 16.30'da..
Otelden çıkışımız da 15.00'da ..
Sabahtan itibaren Kopenhag'ı kendimce gezebilecek vaktim var,demektir..
Otel şehir merkezine yürüme mesafesinde..
(Benim ölçülerime göre yani)


Gidip geleceğim yolu da biliyorum..
Ben de öyle yaptım..
Şehrin tiyatro binalarını(yaz nedeniyle bizimkiler gibi kapatmamışlar,
film ve tiyatro gösterileri sürüyor),
üniversite binalarını(binaların önünde
kısa süre önce bir konser verilmiş,Göktürk Kitabelerini çözen Thomsen'in heykelinin karşısında),
büyüklü küçüklü çeşitli meydanlarını gezdim.
Ünlü Tivoli Bahçeleri'ne girmedim.Dışından bakmakla yetindim

Kentin belediye binasının önünde de itfaiye ile ilgili bir etkinlik vardı.Büyük küçük herkes toplaşmış,seyretmeye hazırlanıyorlardı.En heyecanlı olan da bir arabanın yakılıp itfaiye marifetiyle söndürülecek olmasıydı elbette..
Konya Cihanbeyli'den Dönerci Ahmet,şehir halkının etkinlik delisi olduğunu,her şeye katıldıklarını söyledi ki,biz de gördük..

Tarihi itfaiye birliği de atlı arabasıyla sokaklardan tören geçişi yaparak meydana gelince heyecan daha da arttı..

Ancak hepsini seyredecek vaktim olmadığı için dönüş yoluna geçtim..







İki gündür kaldığımız Scandic Sluseholmen Hotel'in banyosundaki bütün havlularda birer brit dikiliydi,duvarlarda da minik birer askı....
Banyoda da küçük bir broşür..
Elif'e tercümesini sordum,şöyle imiş:
"Havlunuzu asın da annenizinin yüzü gülsün,mutlu olsun.
Çamaşır yıkamayı azaltmak için havluların asılması fikrini bulanın bizim ekibimizden biri olduğunu biliyor muydunuz?Tüm dünyadaki otellerde de standart uygulama haline gelen bu çözüm binlerce litre su ve dört ton deterjan tasarrufu sağladı.Ve bu sadece Scandic'teki !(Dedik ya istatistik takıntıları var.Ama çok yararlı  bir  detay olduğunu da eklemek gerek..)

Arkamızda bırakacağımız bu şehirde ilk dikkatimizi çeken ve iki gündür de gıpta ile izlediğimiz son bir ayrıntı ile bu bölümü bitireyim..
Trafiğin aktığı araç yolunun hemen yanında büyük bir kaldırım var..
Bu kaldırım ikiye ayrılmış,yarısı bisikletliler için,yarısı yayalar için..
Üstelik bu konuda çok da ciddiler..
Kimse de haddini aşmıyor..
Koca şehir bisiklet üstünde ilerliyor..
Hele de aileler..
Çocuklarını,alışveriş poşetlerini bisikletleriyle taşıyorlar..
Bisiklet için kocaman dükkanlar mevcut..
Bisiklet ve bisikletliler cenneti kısacası..
Kışın da böyleymiş.
Görmeden inanmam !..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder