Bergen
Bergen güzel bir şehir..
Otelimiz de..
Grand Hotel Terminus..
Hemen garın karşısında,eski bir yapı..
Koridorları bazalt taş döşemeli..
Duvarları tablolarla,koridorları piyanolarla ,neredeyse antika koltuklarla bezeli..
Salonu şahane..
Ancak otelin tadını çıkaracak kadar vaktimiz yok ki..
Ya gezi programı için hemen fırlamak zorundayız ya da kalan vakitte şehri tanıma turuna çıkmak için kendim dışarı fırlamalıyım..
Hele de şehir içinde bir otelde kalma imkanı bulmuşken..
Sabah kahvaltı öncesi, yağan yağmura aldırmadan, uzun bir yür
üyüşle şehri gezdim..
Balık pazarını,Hansa evlerini,gidebildiğimce şehrin eski bölümlerini gezdim..
Kimi sokaklara se
rpiştirilen heykelleri görüp şaşırdım..
Balık pazarında satıcılar henüz tezgahlarını yerleştiriyorlardı..
Kocaman yehgeçler,istakozlar
dev akvaryumların içinde akıbetlerini bekliyorlardı..
Zavallıcıklar..
Hansa evleri şimdilerde küçük butikler,sanat atölyeleri,hatta dokuma atölyelerine dönüştürülmüş..
Ben erken bir saatte gittiğim için henüz hiçbiri açılmamıştı..
Daha sonra kafilemizle tekrar gittiğimizde gördük hepsini..
17.yüz yıldan kalma evler bile dışları restore edilerek resim sergileme amacıyla kullanıma sunulmuş..
Orijinalliğine dokunulmadan..
İç çekerek dolaştık..
Bizde daha alaları var;neden elimizdekileri koruyamıyoruz,diye..
Kahvaltı sonrası Floyen Tepesi'ne finikülerle çıkılacak..
Kafile olarak hazırlanıp çıktık..
Teleferik misali ama yerden giden bir vagona doluşarak bir tepeye çıktık..
Manzarayı kaybetmememiz adına çevremizi
kapatmamışlar..
Giderek yükselen bir açıyla aşağıda uzanan şehrin renklerini izleyerek çıktık..
Hiç boş kalmayan karşılıklı iki vagonla sürekli ziyaretçi iniyor,çıkıyor..
Daha önce fotoğraflarını gördüğüm tepenin üzerindeyiz biz de..
Fotoğraflar yetersiz..
Manzara şahane..
Aşağıda uzanan şehir bütün ayrıntılarıyla görülebiliyor..
Kırk yıllık Bergenli gibi şehrin detaylarını seçip buluyoruz..
Garı,kaldığımız oteli,Hansa evlerini,pazar yerini hepsini..
Yemyeşil parkları,evlerin bitimiyle başlayan ormanları ile yeşilin göz alan koyuluğu..
Daha önce gördüğümüz tepedeki keçi ağılını arayıp buluyoruz..
On kadar keçi kocaman bir ağılda ikamet ediyorlarmış..
Hepsinin birer de adı var..
birinin adı Obama,bir başkasının Elvis..
Gayet de manidar..
Fotoğrafta pek belli değildi ama ne kadar da kocamanlar..
Küçük bir dana kadar olmuş bizim keçiler..
İyi beslendikleri belli..
Turistler için beslendiklerinden dolayı eti için kesilme tehlikesi de yaşamıyorlar..
Tam tersine bol bol sevilip şımartılıyorlar..
Şehrin genel görünümünü izledik,keçileri sevdik..
Başka ne yapabiliriz?
Tepede de yolun hemen bitimi orman içine doğru gidiyor..
Biraz yürümeye karar veriyoruz..
Orman yolu bizi küçük bir göle götürüyor..
Üzerinde nilüferler,ormanın yeşili suya yansımış..
Başkaları da gelmiş,kimi piknik yapıyor,kimi gölde kanoyla geziyor..
Ördeklerin derdiyse yem bulabilmek..
Elif yanındaki çubuk krakeri paylaştırıyor onlara..
Birbirleriyle yarışarak yiyorlar..
Çocuklarla beraber epey eğleniyoruz..
Dönüşte bir ağaç işleri atölyesine uğruyoruz..
Bunu daha önce bir gezi belgeselinde görmüştüm..
Dünyanın birçok yerinden gelen heykeltıraşlar ormandan çıkan atıl durumdaki kütüklerden heykeller yapıyorlardı..
İşte bizim geldiğimiz yer burası..
Kütükler birer sanat eserine dönüştürülmüş..
Ağaçların üzerinde de esprili küçük uyarılar..
Herkesin mutlu olması için ne gerekiyorsa mevcut..
Biz de çok neşeli birkaç saat geçiriyoruz,Floyen Tepesinde..
Sonra buluşma saatimiz geliyor,yine finikülerle aşağıya iniyoruz..
Hemen buraların kurdu olduğumuz için önden yer kapma telaşındayız..
Kapıyoruz da..
Derdimiz manzaralı inişi seyretmek..
Bir daha buraya gelemeyeceğiz nasılsa..
Enfes bir manzara eşliğinde indik..
Aklımın kıyısında hep aynı cümleyle:
"Bizde bu manzaraların alası var,biz niye böyle eğlenceli tanıtımlarla turistlere seslenemiyoruz ?.."
Gezdiğim her yerde,her ülkede zihnimde hep aynı cümle benimle birlikte dolaşıyor..
Pazar yerindeyiz..
Balıkçı tezgahları kuyumcu vitrini gibi süslenmiş,her çeşit deniz ürünü var,ocaklar çoktan alevlenmiş;zavallı balıklar,yengeçler,istakozlar,kocaman karidesler pişiriliyor..
Tadına bakmak için tezgaha yanaşmak yeterli..
Biz de geyik,balina,ren geyiği etinin tadına bakıyoruz..
En iyisi geyik eti galiba..
O kadar baharatlı ki hepsi..
Biraz da,
sabah açık olmayan Hansa evlerine
doğru gidip geziniyoruz küçük sokaklarında..
Birkaç tarihi dükkana girip çıkıyoruz..
Kürk dükkanı,örgü giysi atölyesi,kitapçı dükkanı,resim galerisi hemen hatırladıklarım..
Elbette dilencileri de gözümüz seçiyor..
Yağmura aldırmadan onlar da yerlerini almışlar..
Bu arada bir Türk sanatçının resim sergisi ilanın bir dükkanın vitrininde görüp seviniyoruz..
Adı Eser Afacan,ağustos sonunda sergisi var..
Yanımızda yöremizde dünyanın çeşitli milletlerden halklarının telaşlı adımları..
Birbirine yabancı dillerin kelimeleri havada birbirine dolanıyor..
Otele dönüş yolunda gördüklerimizle bir şehrin ne kadar güzel görünebileceğinin örneklerini bol bol görüp bir kez daha iç çekiyoruz..
Örnek mi ?
Pazar yerinde gördüğümüz mis kokulu çilekler,böğürtlenler,yaban mersinlerinin pırıl pırıl görünümleri..
Şehrin meydanlarından birindeki kültürel geçmişin izlerini taşıyan heykeller..
Bir dükkanın önünde önümüze çıkıveren genç kız heykeli..
Çiçekçi dükkanlarındaki mis kokan renk renk çiçekler..
Yemyeşil,bakımlı,fıskiyeleri mutlaka çalışan havuzlu parklar..
Hatta yerdeki rögar kapaklarının bile şehrin estetiğine katkıda bulunan,şık tasarımları..
Hansa evlerine son kez bakıp,Bergen'e veda ediyoruz..
İstikamet Voss..
Yine yeşillikler arasında ama bu kez bir göl kıyısında olacağız..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder